24 Aralık 2008 Çarşamba

ateş böceği.

ağrı dağının arkasında nefesini duyduğum, ve her an kokusunu duyabildiğim bir mantar etkisi senin özlemin.anlatılması güç, bir sefer de hissetmesi zor olan, yoğun bir aydınlık silsilesi bu bendeki.yarattığına baksana, hala kafası yukarı bakan, ve sürekli olarak havayı içine çeken, kokunun, nefesinin bir parçasını o anda ruhunun ve cigerlerinin dibine kadar sömüren ben.ulviliğinin değil cazibenin kokusu dört bir yanda.4ü 4 e katlar--> sonsuza gider şekilde dağılmaya devam etmekte.ve her nefeste kafası yukarı bakanın, kafası biraz daha iyi olmakta.kafamı seven, gecenin karanlığındaki ateş böceği olsan, bana yeter.

---

deneme yanılma saflarında bir kale arkasında kumumda oynarkengelip çubuğunu benim kumuma sokuyorsun ki.saflarını sevdiğimin güzel gözlü martısı.sınırlarına sahip olamaman senin hatan değil,koku kum kokusu ne kadar sarmış dağı tepeyi.bilemedim ben aslında kum kokusu, aşkı mı getirmişya da her hangi bir koku mu sana sahip olmuş.öperim göslerinden, gözünü sevdiğimin martısı.
şiir olup bacaklarının arasından, beynine kadar kan getireninim.bir harfimle tozu toprağı ateşe bulayan, dumanıyla kör eden, boğan da benim.aslında ben bunların hiç biri olmasam desem. eksik olsun desem.hayır, diyecek olan da sensin.gereksiz yakarışlarımızın sonunda hayat, yeni bir türküye başlasın...

hatta

*yeni bir türküye başlasın dünya.

Aya giden ip.


prensesin nefesiyle çözünen buzlanmış bir gereksiz cümle belki, ağızdan çok yüksek
çıkarak yataklardan fırlatacak bir haykırış..

bir nefesin umuduyla kaç yıl bir karada beklersin ki, yada bir susuz olsan çölde kaç yıl..

kumpaslar kırbaçlar kıskaçlar bubi tuzakları
sözler davranışlar ve mimikler
ayrıl git,, ayrılın gidin,,


bir kez iki kez üç kez..
her nefes bir hayat ve her hayat sadece bir nefes..


nefes bitmiyor, tükenmiyor, fiş çekilmiyor ya da bir ipe asılı değil beden,
kayışlarla sıkılmış duygular, zamana yenik düşmüşçesine
dev tekerlekler gibi durmaksızın üzerime üzerime.
sadece zorluklarla nefes (nefese) (k)alışlar devam etmekte..

geceleri soluklar tüm duvarlarda bir vinç etkisi yaratırken kulaklar artık tırmalanmıyor, ya da titreşimleri bile hissetmiyor artık..

zor değil bu sadece kötüye alıştı, kolay da değil sadece kötüye alıştı.

ve hala…

kahverengi deri ceket.


Hikmet gözlerini açtı. 23 yaşında esmer ve uzun boylu bir erkekti. Gözlerini açtığında bunu düşünmedi, zaten o ana dair tek hatırladığı şey ağzındaki kuruluk hissiydi. Tekrar uyumak ve/veya mutfağa kalkıp bir şeyler içmeye karar vermek için saate baktı. Saat 08.57 idi, yani kafasında kurduğu anlaşmaya sadık kalabilecek olsaydı, mutfağa gitmeyecekti. Mutfağa giderken bu masum dört biranın neden bu kadar susattığını düşündü, tabi ki amacı içmekti. Ama bunu da düşünmedi değil. Genelde dolu günlerin bile sabahlarında uzun süreler geçen vakitlerde(tuvalete girmek, diş fırçalamak, yüzünü yıkamaya girmek) bile hiçbir şey düşünmezken insan, hikmet mutfağa giderken bunu düşünmüştü. Sonrasında böbreklerin su dengesini, sonrasında biranın alkol oranını, sonrasında kaç bira içtiğini düşünürken eliyle dokunduğu bardağa dolan suyun yeterince soğuk olmadığını hissetti ve bira – susuzluk hissi mevzusundan bir anda vazgeçti. Suyu içerken meyve suyunu hayal etti, abarttı sabahın köründe o mayhoş surat ile havai adalarını hayal etti. Aslında havai adalarıyla ilgili de hiçbir şey bilmezdi. Mutfaktan döndü ve yatağa tekrar girdi, geceden ev arkadaşıyla sözleşmiş bugün evden erken çıkıp birkaç işlerini halledeceklerdi. Yatağa girdikten sonra birkaç işinin halledilebilmesi için uyumaması gerektiğine inandığı noktada tekrar yataktan kalktı. Saçlarının uzun olduğunu hissetti ve koridordaki aynayı alarak odasına getirdi. Dik görüş açısı net pozisyona aynasını getirdi. Ayna üst köşesinin duvarla yaslandığı açı yaklaşık 20* idi. Yere iki adet gazete sayfası serdi, eski Cumhuriyet gazeteleriydi. Gazeteye göz ucuyla baktı, sanki hep türbandan söz ediliyormuş gibi hissetti, sonra gazetenin üzerinden hışırtılı sesler çıkararak kalkıp, televizyonun üzerindeki makası aldı. Kahramanımız makas, Hikmeti bu sabah kesmek istemiyor gibiydi. Turuncu derisi ve göz alıcı tasarımı ile diğerlerinden farklıyım dercesine, ukala bir şekilde Hikmet’e bakıyordu. Hikmet, her zaman olduğu gibi kendinden emin tavırla makası eline aldı. Bel hizasında tutarak yaklaşık 3 metre yürüdü ve 20* de oturtulmuş aynanın karşısına, cumhuriyet gazetesinin üzerine oturdu. Bir elinin parmakları arasına aldığı saçları kısım kısım kesmeye başladı. Ukala, kendini beğenmiş makas; makas olmak için dünyaya gelmedim dercesine saçı berbat etmişti. Artık Hikmet saçları iğrenç kesimli ve hala kendine güveni tam olan bir adamdı. Makasla işi bittikten sonra kafasını, vücudunu bir nebze de olsa kıllardan arındırmak için bazı hareketler yaptı. Ardından kalkarak cumhuriyet gazetesinin ortasına kesilenleri hapsetti ve makası. ‘SEN SADECE MAKASSIN ve TELEVİZYONUN ÜZERİNDE İŞE YARAYACAĞIN GÜNÜ BEKLE’ dercesine televizyonun üzerine koydu. Ardından banyoya girdi. Önce suyu hafif açtı. Sabah işemesini yapmadığı ve tuvalete gitmeye üşendiği için banyoya işedi. Pisliğiyle yüzleşmek istercesine basit, üşengece yakışır ve pisliğini bertaraf etmek istercesine sidiğe biraz su döktü. Ardından şofbeni açtı. Şofben 0 1 2 3 diye sıcaklık ayarlarına ayrılmış, beyaz bir kutu gibiydi. Sıcaklık ayarını 3 e getirmesine rağmen, su ılık – soğuk akmaktaydı. Ve kendi kendine ‘ ŞOFBEN MAKSİMUM SICAKLIK AYARINDA AMA HAKKINI VEREMİYOR’ diye düşündü. Banyoda suyla işini bitirdikten sonra kapının arkasında asılı pembe havlusunu eline aldı ve kurulandı. Aslında bunların yazıldığını bilmiyordu. Bunların yazılmaya değer özellikleri yoktu çünkü. Sadece bir Hikmet’in değil bu herhangi bir insanın sabah tarifesi olabilirdi. Ama bunlar yazıldı. Hikmet okusun diye değil, zaman geçsin diye de değil. Bunları yazana doktorunun verdiği reçetede parmak kaslarının gevşemesi gerektiği söylendiği için hiç değil. Bir amaç varsa baştan söylemek heyecanı kaçırır diye düşünen yazar, reçetesinde yazılı olan parmak gevşetme önerisine devam etti. Hikmet banyodan çıkıp odasına geldi ve üzerini giyindi. Düz beyaz gömleği ve eski mavi kot pantolonunu giydi, üzerine deri ceketini giydi. Hava soğukmu diye düşünse de , bugün bunları giymek istediğinden emindi. Çorap aranıyor ilanı vermek için dışarı çıkmak istedi ama ayağında çorabı olmadan ayakkabı giyemezdi, bu şekilde hem üşürdü hem de rahat edemezdi. Yapılan uzun araştırmalar sonucunda ; Mezopotamya döneminden kalma bir çorap bulmuştu. Hikmet ‘geleneksel türk sanatları bölümünde ‘ hiç okumadı veya bir derse girmedi. Ama bilirdi ki Mezopotamya da dokumacılık gelişmiş, halı deseni çoraplar üretilmişti. Yazar eski hayatında bu evde kalarak o çoraplardan birini bu hikayede olsun diye bir yere saklamıştı. Aslında önemli olan Mezopotamya’nın adının geçmesiydi. Çorabını giydi ve dışarı çıktı. Tam 5 kat, 80 merdiven ve 92 adımda dış kapının tokmağına elini uzatabildi. Eli tokmağa değdiğinde çok fazla soğuk hissetti ve dışarıda kar yağmış olmasını umut etti. Aşağı inerken camdan dışarı bakmamıştı. Kapıyı açtığında yüzünü güldüren bir soğuk, yüzünün sakalsız kısımlarına, mutluluk sarhoşu etmek istercesine nüfus etti. Mutlu şekilde dışarı çıkmış olan Hikmet ayağı ile bu zamanda bu yerde olan bir kar kaplamasına ayağını soktu. Bunu bir daha yapamayacağı hissi ile yürümesini hızlandırdı ve bütün el değmemiş kar birikintilerine hevesle basarak yola devam etti. Aslında yatırması gereken faturaları düşünmesi gerekirken, ayakları onu parka götürmüştü, Hikmet 23 yaşında esmer ve uzun boylu biriydi, parkta ne işi vardı bilemeden kendini parkta buldu. Cebinden bir tane sigara çıkardı ve oturmadan önce altını temizlemesi gerektiğini anladı. Çünkü kar çok fazlaydı ve zaman geçtikçe altı ıslanmaya devam ediyordu, göz ardı etti ve sigarasını büyük bir keyifle yaktı. Sigaradan nefes verirken duman havada dans eden mutlu insanları figüre etmişti. Dumanın içine girdi, kendini büyük bir cümbüşün içinde bulmuştu, kalabalıktan uzak bir yerde yalnız başına dans etmeyi tercih etti. Çünkü yalnızdı. Hayalinde bile gerçeğinden kaçamayacak kadar her şey kafasındaydı. Birden gerçeğe döndü ve sigarasından bir nefes daha aldı. Karamsarlığı üzerine çöken Hikmet, 2.nefesinin dumanının kötü şeyleri sergilediğini hissedebiliyordu, korkmuş gözlerini kapatmıştı. Ardından rüzgar onu uyarmak, uyandırmak istercesine sert bir şekilde yüzüne vurdu, okula gitmesi gereken fakat parka gelen mavi önlüklü, üşüyen hatta bazıları çekilmek istenen fotoğraftaki sümüğünü yiyen çocuklardı. Yüzünde küçük bir gülümseme oluşsa da, geçen zamana isyan edercesine oradan uzaklaşmaya başladı. Arkasına bakmadan geçen zamanın gerçekliğinden kaçıyordu. Ve yeri kaplayan el değmemiş her kar birikintisinde geçmişini daha da arttırdığını gördü. Bu zamana kadar kendine ait, her biri el değmemiş zaman parçalarında hayatını yaşamıştı. Ve onlara bir daha dönülemeyecekti. Nefes nefese bir yerde durdu ve yatırması gereken faturalar aklına geldi, durağa yöneldi ve büyük bir maceradan çıkmışçasına bir sigara daha yaktı. Faturaları ödemeye giden durakta otobüsü uzun süre bekledi, ya da nefret ettiği bir işi yapmaya gittiğinden olsa gerek zaman ona çok uzun gelmişti. Yeşili çok sevmesine rağmen, iğrenç renkli yeşil otobüs durağa yaklaşıyordu. Ve duran otobüse bindi. Sabah yaptığı kısa kesintiden ve kafasında yarattığı şeylerden sonra bu kadar gerçeğin içine düşmek onu ürkütmüştü. İnsanların bakışları olduğu gibi değildi, sanki! Bir yere oturdu ve faturayı yatırması gereken durağa geldi, bunları Hikmet yaşarken, yazarımız yazarken çok fazla kasılmıştı ve bir an önce bu sahnelerin geçmesi gerektiği konusuna ikisi de kitlenmişti. Hiç zaman kaybetmeden Hikmet faturaları yatırdı ve eve döndü. Hikmet yapmaktan zevk aldığı şeylerden uzun ve en ince ayrıntısına kadar yaşamaktan, yazarımız ise bunları çöldeki kum tanesine kadar, tasfir etmekten zevk aldığından, eve dönmeden önce uğradığı tekel bayii ayrıntısını da anlatmak istedi. Hikmet aslında direk eve dönmedi, eve dönmeden önce evine yaklaşık 100 metre uzaktaki tekel bayii den 8 adet efes bira aldı, biraların poşete girerken çıkardığı sesi, güneşli güzel bir bahar akşamındaki sahile vuran kızgın dalga olarak duyuyordu. Tekel bayiden çıktı ve yaklaşık 3 metre uzakta duran, tasmalı köpeğe doğru yaklaştı, onu sevmek yaşayan bir şeye dokunmak, biri insan diğeri köpekte olsa mutlu edecekti onu. Ve yaklaşık 10 15 dakika boyunca köpekle oynadı.

asgahsgkh

müzik kana bulandı,

cızırtılı melodien sevdiğimiz birbirim(b)iz,

en berbat olanıkabusumuz dokunmak mı;

yoksa kaçmak mı.


hadi giyinelim arkadaşları görmeye, bara, şölene;

bira(z) ahmet, bira(z) mehmet'e gidelim.

sonra eve-!kayıp gidip dalıp yitip doğduğumuz anı çöllerine.


şefkat, en kalın halat,

geçmiş, en sivri ok,

ve ben hala senden seviyor! beni nefret ediyorum.

19 Aralık 2008 Cuma

16 Aralık 2008 Salı

bayram geçti,ben senden geçtim;
ağzımdan bukleler dökülsün, bedeninin yattığı toprağın altına...
hiçbir baharda yeşeremeyecek, kemik kalmış, etinin etimle birlikte ayrıldığını hissettiğim sen,
al tım da sın..
sen ortalardan yok olduğunda, ruhen ve vicdanen benden koptuğunda, ben hücrelerimden haşareler yarattım, yok olman için.
umuttan daha acı olan umutsuzluk, insanı her şey yapıyor.
düşünülmesi gerekenden çok uzakta, her sabah uyanıp çiçek suluyorum.
bundan sonra, balkonda soldan üçüncü sırada bulunan çiçek sensin.


seni kemik yaparken, seni çiçek yaparken, seni diğer her şey yaparken bile aslında hala es geçemediğim tek gerçek varolduğun.

iyi bir kayıplara karışan, iyi bir dumanın içinde kaybolan, iyi bir kendinden kaçan olmakta başarılı bir sonuçtur belki.

yazamasam da, bokum kokmaz.
haydi gözlerinden öperim.